Hasan Atacak – Yarım Kalan Hikayenin Ortası

Tablo: Leonid Pasternak – Yaratma Tutkusu   

Yarım Kalan Hikayenin Ortası

Hikayeler öznelerin himayesindedir. Ben yazdığım hiç bir hikayenin öznesi olmadım. Demek oluyor ki her hikayemin yalancı öznesinde bir miktar kendimden var. Şiir yazmak ile başlayan bu maceramda öykü yazarlığına geçişim hiç kolay olmadı. Geride aşklar bıraktım, gökyüzünü sevdim, çocukları sevindirdim, geride yollar bıraktım, ah gençliğim…Hala gencim. Ah çocukluğum, geride bıraktım.

Yaz akşamının kırmızımsı ışığına bakıyordum. Baktığım yer, birkaç parça bulutun denizle birleştiği aslında birleştiğini sandığım yer olan ufuk çizgisiydi. Bilirsiniz ufuk çizgisi insana çok şey düşündürür. Akyaka’nın rüzgârı saçlarımı dalgalandırırken sahile uzandım, kumsal yaşlanmış yılan derisi ılıklığındaydı. Yarıda bıraktığım hikâyeler geldi aklıma ve ya Nuri Bilge Ceylan filmleri…

Çevremde sahil kalabalığı vardı ama Akyaka’nın malum, kararlı ve güçlü rüzgârı tüm gürültüyü alıp götürüyordu. Rüzgarın sesi pusulam olabilirdi. Gökova körfezinde rüzgârı kullanan sadece su sporları değilmiş demek ki. Konfüçyüs’ün şu sözleri döküldü ağzımdan;

“Bilgi, insanı şüpheden;

İyilik, acı çekmekten;

Kararlı olmak korkudan kurtarır.”

Beş yıldır sessiz şehirler listesinde bulunan Akyaka’da kitapçı olarak sürdürdüğüm kararlı hayatımda korkularımdan kurtulmamın sebebi de budur belki. Sakallarımın yalnızlık ve şiirle karışık olması. Konfüçyüs seni de hikayeme dahil ettim kusura bakma kardeş. Kararlı olmak korkudan kurtarır. Seni seviyorum konfüçyüs, seni seviyorum Gökova’nın Akyakası, seni seviyorum okumayı yarıda bıraktığım hikâyeler. Neden okumayı yarıda bıraktın diye soracak olursanız şunları söylerim.

Severek okumaya başladığım hikâyenin ortalarına geldiğimde sonunun mutsuz sonla biteceğini tahmin ettiğimdendir derim. Hikâyeyi yarım bırakmayı, mutsuz sonla bitmesine yeğlerim ya da tüm düşüncelerimden hatta gözlerimi ufuk çizgisinden ayırıp kıçımı kaldırıp giderim, bu fikir aklıma yatmıştı. Oturduğum yerden kalktım, denizi arkama alarak yavaş adımlarla ayrıldım sahilden. Hava kararıyordu. Sahil kordonunda yürüyüş yaptıktan sonra Akyaka otelinin yan tarafında bulunan önünde begonvil olan ismi Akyaka kitapçısı olan dükkânımı açtım. Yemek molası vermiş ardından sahil havası almıştım. Akşam vakitlerinde yollar cıvıl cıvıl insan manzarasıyla dolu olur, özellikle alışveriş için iyi bir vakit zira öğle güneşi fazlasıyla yakmaktadır.

Beş yıldır gözümü karartıp geldiğim Akyaka’da yalnız ve mütevazi bir hayat sürüyordum. Otuz yaşında emekli oldum hayattan. Kitaplar insanlar gibi değil, üzmüyorlardı. Çocukluğumdan bu yana kitapları çok sevdiğim için sahaf açmıştım. Ruhumu kitaplarla dinlendirdim, kulaklarımı Akyaka’nın deniz dalgalarının sesiyle, gözlerimi mavilikte dinlendirdim. Neredeyim? Ne yerdeyim, ne gökteyim. Fırtınadan sonraki sakinlikteyim.

İnce bir ses sahafın kapısını açar açmaz. ” Tavsiye edebileceğiniz bir kitap var mı ?” dedi. Yavaş adımlarla bel boyundaki kasa mahiyetinde kullandığım masaya yaklaştı. Kısa bir göz temasından sonra “Tabi” diyerek rafların arasından Turgut Uyar’ın kitabını buldum. 43. baskı YKY yayınları, yeşil kapaklı sevdiğim bir kitaptı. Kitabı uzattım. Kız kitabı görür görmez gözlerinden damla yaş döküldü.

Ağlamaya başladı. Sandalyeye oturttum. Tanımadıklarımla gerekmedikçe konuşmadığımdan kitabı kızın eline tutuşturup dükkânın dışına çıktım. Tabureye oturup bir müddet bekledim. Kız oturduğu yerden kalkıp hızla kapıyı açtı, henüz ayağa kalkarken, arkasına bakmadan uzaklaştı. Sokağın sonuna kadar şaşırmış halde gidişini izledim. İçeriye girdiğimde masanın üzerinde az önce kendisine verdiğim kitap duruyordu.

Kahve içiyordum, diğer elimde kalem önünde boş kâğıt şiir yazacaktım. Bazen ansızın gelen şiir bazen de hazırlıklı geliyordu. Göreceli göreceli düşüncelerin gölgesidir şiir. Belgeli bilgili araştırmalı yanı yoktur. En güzel şiirlerimi soğuk kahveyle yazmışımdır. Şiir yazmak ciddi bir iştir. Alay sevmez, şakaya gelmez. Belki de kız bu yüzden ağlamıştı. Kitabın bir anısı, bir şiirin bir yaşanmışlığı vardı. Bilemiyordum. Telefon çaldı, kendi telefonum değildi. Sesin geldiği yöne yere baktım. Sanırım kız aceleyle çıkarken düşürdü. Telefonu açtım.

“Merhaba ben Selin,”

“Merhaba,”

“Telefonumu kaybettim. Nerede?”

“Kitapçıda.”

“Tamam almaya gelicem.”

Sahafı kapatmayı düşünüyordum. Vakit gece yarısıydı. Selin gelsin telefonu verip dükkanı kapatacaktım. Kapı açıldı. Yere bakarak yürüdü. Sandalyeye oturdu. Gözlerime baktı. “Özür dilerim Kenan” dedi. Yapma Selin. Tekrar üzme beni dedim içimden. “Özür dilerim Kenan” dedi tekrar.

“Ben eskiden kendi hayatında haklı olup da mutsuz olan tek adamdım. Gül, herkesin kendi güzelinde anlam kazanır. Ben artık gülleri değil begonvilleri seviyorum. Yalnızım ve artık mutluyum ayrıca sizi tanımıyorum” dedi. Bunları söylerken beş yıl önce Selin’in terk edip gidişi geldi gözümün önüne. Gitme Selin diye bağırmıştım arkasından. Gerçekten kendisini tanıyıp tanımadığımı anlamak için yüzüme dikkatle bakarken gözlerimi kaçırdım. ” Vakit geç oldu. Kapatmam gerek” dedim. Kitabı aldı çantasına koydu.

Ne yerdeyim, ne gökteyim. İşte şimdi yarım kalan hikâyenin ortasındayım.

Sahne kapandı.

 

HASAN ATACAK

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir