Paltosuzca’nın Gereksiz Bir Şekilde Gizem Yaratmaya Çalışan Önsöz Yazarı – 32’nci Sayıya Önsöz

32’nci Sayıya Önsöz

Günler sarmal bir yay gibi, bildiniz mi?

Selamlar sevgili okur, Paltosuzca’nın ilk 7 sayısında önsöz yazılarıyla boy göstermiş, sonra üşengeçlikten önsöz yazmayı bırakmış bendeniz, Paltosuzca’nın önsöz yazarı olarak, yıllar sonra, bir kez daha karşınızdayım.

Son sayımızın üzerinden dört ay geçmiş. Daha önce de, ortada hiçbir sebep yokken, bu kadar uzun bir ara verip yine ortada hiçbir sebep yokken geri döndüğümüz olmuştu. Zor günlerden geçtik, dram peşinde değiliz, hepimizin gündelik hayatı zor günlere teşne, bunun farkındayız; gündelik hayatın karamsarlığı bizi de etkiledi ve açıkçası, bir türlü, yeni sayı hazırlayacak enerjiyi kendimizde bulamadık.

Halbuki bu yıla, her yıla olduğu gibi umutlu başlamıştık. Bu yılın nisan ayında, cebimizdeki üç kuruş paraya kıydık, domain alıp site kurduk. Artık eserlerimiz, daha okunabilir, daha düzenli bir mecrada yer alacaktı. Site işine girişince, galiba, gereksiz gaza geldik; madem internet sitesi olduk, o zaman bu siteyi her gün canlı tutalım, kültür sanat dünyasından haberler koyalım dedik. Böylece, haberlerin getirdiği dinamizle daha fazla kişiye ulaşacaktık ve daha fazla okurumuz olacaktı.

Esasında, yanlış bir hamle de değildi bu. Her gün haber girip siteyi her gün canlı tutma planımızı gerçekleştirebildiğimiz bir aylık süre zarfında, Paltosuzca, sadece bir ay içinde binlerce kişiye ulaştı. Haberlerle beraber, eserlerimiz de hiç olmadığı kadar ‘tık’ aldı ve her şey güzel gidiyordu… Ancak sonra şunu fark ettik ki, bizim bu planı devam ettirebilecek ne enerjimiz ne de bu işin üstesinden gelebilecek bir ekibimiz var… Haber, maber; komple saldık o işleri.

Gündelik hayatın karamsarlığı içinde debelenip durduk. Bu sayının kapağında da yazıyor, yazarlarımızdan bazıları ciddi ciddi intihar düşüncelerine kapıldı, neyse ki eyleme dökülmemiş bir düşünce pratiği olarak tarihin tozlu sayfalarına bıraktık o eğilimimizi… Elbette, bizim fanzinin tüm yazarları için geçerli değil bu söylediğim, ama işin doğrusu, bu işin devamlılığını sağlayanlardan, birçoğumuz berbat bir haldeydik. Kapaktaki o yazıyı da bu ruh halimizi tiye almak için seçtik.

Umutsuzluğu tiye almaya başlamak, umutsuzluktan kurtulmanın ilk yolu. Gördüğünüz gibi, yola devam ediyoruz.

Yine bu sayının kapak seçimi de, geride bıraktığımız bu dört ayın ruh halini tasvirleyen bir amaç içeriyor. Ön kapakta, sandalyesini duvara dönmüş karamsar bir adam; arka kapakta pencere kenarında boş bırakılmış iki sandalye görüyoruz. Ön kapaktaki adama dikkatli bakın, başı hafif yana dönük, arkasına bakma eğilimi gösteriyor. Benliği her ne kadar duvara, yani umutsuzluğa dönük olsa da, aklı, arkadaki, pencere kenarında boş bıraktığı ve temiz havaya ulaşacağı sandalyelerde… Bu bizim, bedenimizin umutsuzluğa dönük olsa da aklımızın hala bir köşesinde umut olmasına çok benziyor.

Umudu görüyoruz, sizin de görmenizi istiyoruz.

Ön kapakta tek bir adam, arka kapakta iki sandalye var. Bu adamın yüzünü duvara dönmüş olmasının sebebi yalnız bırakılmış olması mıdır acaba, kim bilir? Biz bilmiyoruz, biz şunu biliyoruz, biz de, sürekli yalnız bırakılıyoruz.

2010’lu yılların sonuna doğru, belki de Türkiye’nin entelektüel ortamı henüz daha yeni kurumaya başlamışken, bir şeyler olmuştu… 2000’ler ve 2010’lu yıllar boyunca edebiyat ve kültür sanat dünyasını domine eden biri binine benzer dergilere –Ot, Kafa, Fil, Bavul vs- tepki olarak, kültür sanat dünyasına alttan gelip de hiçbir network’ü olmadığı için o dünyada kendine yer edinemeyen gençler, 90’lı yılların punk ruhuna benzer biçimde, bir tür fanzin patlamasına yol açmıştı.

Her ay, hiç beklenmedik şehirlerden, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’in dışında kalan, görece küçük yerlerden, Antalya’dan, Eskişehir’den, Samsun’dan, Tekirdağ’dan, Mardin’den, bir grup heyecanlı gencin yeni bir fanzinle yayın hayatına başladığına dair haberler alıyorduk.

O biçim günlerdeydik ve biz de tepkiliydik. İçinde bulunduğumuz dönemin ruhuyla çalkalanıyorduk ve o fanzin patlamasının ucuna biz de bir yerden, Ayvalık’tan eklendik. Bir temmuz günü yolculuğumuz başladı.

Sonra o kuraklık, kültür sanat dünyasının her bir noktasına hakim oldu. O kuraklık, o dönemin o pek heyecanlı sanatsever gençlerini de kuruttu. Hepsi su koyverdi ve geriye yalnızca biz kaldık.

Bu toprakların hamurunda vardır: Kültür sanat dünyamızın tarihi, bir noktada, su koyverenler tarihidir.

Şimdi biz, dört buçuk yılın ardından, işte bu talihsiz tarihin tersine çubuk büküyoruz. İnatçıyız, niye bu kadar inatçıyız; bilmiyoruz, ne uğruna bu kadar inat ediyoruz, bilmiyoruz ama hala inat ediyoruz.

Belki de bu inatçı halimiz, yaşamın anlamsızlığına dayanmamıza yol açıyor.

Dayanmaya gayret ediyoruz.

Sağlıcakla kalın.

Paltosuzca’nın Gereksiz Bir Şekilde Gizem Yaratmaya Çalışan Önsöz Yazarı

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir