Muhammet Akgöl – Bir Korku Hikayesi

Tablo: Charles Jones – Koyunların Manzarası

BİR KORKU HİKAYESİ

Bayırın yamacından köy evlerinin ışıkları görünüyordu. Tek tük gözüken bu ışıklar ve tepede parıldayan dolunay da olmasa gece tam anlamıyla zifiri karanlığa bürünecekti. Hafif bir rüzgar koptu geldi bu her yeri ele geçirmek isteyen karanlığın ortasından, evvela bayırın tam karşısındaki mezarlıkta bulunan selvi ağaçlarının sivri ve uzun yapraklarını salladı, sonra da analarının memesinden yeni kesilmiş piret kuzuların kıvırcık tüylerini… Rüzgar sanki bir yerden bir çağrıymış gibi, tüm kuzular otları dişlemek için eğdikleri başlarını yukarı kaldırdılar ve hepsi birden, hipnotize olmuş gibi mezarlığa doğru döndüler. Birkaç uzun me sesinden sonra tek sıra halini aldılar ve sanki uygun adım marş diyerek bayırdan aşağıya, mezarlığa doğru yürümeye başladılar.

Başlarındaki çoban endişelendi. Nasıl endişelenmeyecekti ki, on iki yaşındaydı, ömrünün ilk dört yılını hatırlamıyor olsa da geri kalan sekiz yılı hep köyün yaşlılarından ya hayalet ya da cin hikayesi dinleyerek geçmişti. Şimdi bu kuzular tek sıra halinde mezarlığa yürüyorlardı, tövbe estağfurullah, içlerine bir ‘şey’ mi kaçmıştı hepsinin bir anda? Oysa kuzulara mübarek hayvanlar derdi köylüler, hiç mübarek hayvanların içine bir şey kaçar mıydı? Ama yürüyordu kuzular işte, çoban bildiği tüm duaları içinden peş peşe okudu ama nafile… Kuzular gidiyordu.

Çobanın elinde kocaman, zeytin kütüğünden inceltilmiş ama çok da ince olmayan kalınca bir sopa… Babası kuzuları ona bırakırken vermişti bu sopayı. Köpek gelir, kurt gelir, hırsız gelir, ne me lazım yanında bulunsun demişti. Peki ya cinler ya da hayaletler? Bu sopa, çobanı onlardan da korur muydu? Okuldaki fen bilgisi öğretmenine sorsa, cini hayaleti bırak hırsızlardan kork derdi ona. Okuldaki din kültürü öğretmenine sorsa, ezberlediğin dualar hepsini kaçırır, derdi. Ama şu an, kuzular dosdoğru mezarlığa giderken, sorabileceği hiç kimse yoktu çobanın. Yalnızdı, dolunay ışığı altındaydı, etrafta ara sıra esen rüzgarın salladığı otların hışırtısı ve sürü içindeki bazı kuzuların boyunlarında asılı duran çanların takırtısı dışında hiçbir ses yoktu.

Kuzular doludizgin indiler bayırın aşağısına. Sürü artık mezarlığın tam karşısındaydı. Mezarlığın karşısına gelmek kuzuları rahatlatmış olacaktı ki hepsini bir dinginlik kapladı. Sanki otu en gür meradaymış gibi düzlüğe yayıldılar ve otlamaya başladılar. Çoban da peşlerinden geldi, sırtını mezarlığa yüzünü kuzulara döndü. Babası her gece tembihlerdi ona, mezarlığa bakmamasını salık verirdi. Gece vakti, insan gözü yanılır; kalp gözü açılır, insanın mezarlıklarda, yemiş ağaçlarında, çöp kutularının yanında, ne göreceği hiç belli olmazdı. Bu yüzden bakamıyordu çoban mezarlığa doğru, yalnız kulağı arkadaydı, arkadan gelebilecek bir tehlikeye karşı sırtı dönük olsa da tetikteydi, elinde tuttuğu zeytin sopasına sıkıcı sarılıyordu. Kulaklarına mezarlığın selvi ağaçlarına yuva yapmış kukumav kuşlarının ürpertici ötüşleri dışında hiçbir şey gelmiyordu, mezarlık sakindi, tüm ölüler huzurla uyuyor olmalıydılar.

Şu gece bitsin, hele bir şu gece bitsin, derslerime çok çalışacağım ve kaçıp gideceğim bu köyden, diye düşünmeye başladı çoban, korku ve tedirginlik içerisinde. Kuzular otluyordu, o düşünüyordu. Gözleri etrafa bakıyor ama bir yandan da etrafı görmek istemiyordu. Şanslıydı, bayırın aşağısına indikleri için köyün ışıkları gözden kaybolmuştu ama şu dolunay, gecenin tekinsizliğine saklanmış ne var ne yoksa ortaya çıkarmak istermişçesine aydınlatıyordu ortalığı. Tekinsiz gecede sırları açığa çıkaracak bir aydınlık çoban için daha ürpertici oluyordu.

Kuzulardan bir tanesi otluktan toprak yola atladı, yolun karşısına geçti, mezarlık duvarının dibindeki tek tük otları dişlemeye başladı. Çoban hafifçe çevirdi başını, mezarlığa bakmamak için başını tam döndüremiyordu ya ama kuzuya bir şekilde sahip çıkmalıydı…

Başı kırkbeş derece açıyla yana bakar vaziyette, adımlarını geri ata ata mezarlığa yaklaştı çoban. Bir geri adım, bir geri adım, bir geri adım daha ve en sonunda sırtı mezarlığın yeni kireçlenmiş beyaz duvarına çarptı. Elindeki sopayı kaldırdı, kuzuyu ürkütmek istermişçesine bir hamle yaptı. Çobanın hamlesini gören kuzu ürktü, başını duvar dibindeki otlardan kaldırdı, çobandan birkaç adım öteye kaçtı. Dikti kuzu, kocaman ve parıldayan gözlerini çobanın küçük ve korkudan ağlamaklı duran gözlerine. Çoban bir tövbe çekti, kuzu hiç oralı olmadı. Biraz sonra acıdı mı, artık ne olduysa, kuzu bakışlarını çobandan  mezarlığa çevirdi. Duvar dibinden aşağıya sarkan selvi ağaçlarından birinin sivri yapraklarını kemirmeye başladı. Çoban, elinde sopa yine hamle yapacak gibi oldu kuzuya; ama bu kuzu piret cinsindendi, kıvırcık, atletik ve inatçı… Kuzu çobanın sopayla kendisine doğru yaklaştığını görür görmez bir çekirge çevikliğiyle yerden fırladı ve duvarın üstünden mezarlığın içerisine atladı.

Bir sessizlik oldu, rüzgarın otlarda yarattığı hışırtı kesildi, kuzuların boynunda ötüp duran çan sesleri duruldu, kukumav kuşları da hep bir ağızdan sessizliğe gömüldü. Çobanın bir türlü başını çevirip bakmaya cesaret edemediği mezarlığın içerisinden kuzunun butlu bacaklarının altındaki toynağıyla çıkardığı adım sesleri duyuluyordu. Kuzu temkinli, kuzu sakin, kuzu kendinden çok emin ve cesurca mezarlığın içerisinde yürümeye başladı, başını döndürüp bakamayan çobanın içeri gerip onu çıkartacak hali hiç yoktu, rahat rahat selvi ağaçlarının yapraklarını yiyecekti.

Çobanın aklı gitti, kuzunun kaybolduğunu babasına söyleyemezdi. Bir kuzunun kaç para olduğunu gayet iyi biliyordu. Ne yapacak, korkusunun üstesinden nasıl gelecek bilmiyordu ama kuzuyu mezarlıkta bırakamazdı. Eğer bırakırsa ya köyün saldırgan, başıboş köpekleri için yem ya da hırsızlar için kısa günün karı olurdu kuzu. Ne başıboş köpeklerin ne hırsızların, hiçbirinin mezarlıktan, ölülerden, cinlerden, perilerden korkusu yoktu ki. Korku çoban gibi masumların yüreğinde filizlenen bir duyguydu yalnızca. Ve eğer o aşağılık duygu bu gece alt edilmezse, gecenin saat kaçı olursa olsun mezarlıkta bir başına dolaşan bir kuzunun kurtuluşu olmazdı. İnatçı da olsa bu piret kuzu, çobanı hiç dinlemese de, hatta içine cin bile kaçtıysa; hayvandı ya, çobanın vicdanı el vermiyordu ölüp gitmesine. Çoban hiç istemeyeceği bir durumun içinde sıkışıp kalmıştı işte: Vicdanı ve korkusu karşı karşıyaydı. Babasından yiyeceği azar da cabası…

Kukumav kuşları tekrar ötmeye başladı, bölgelerine giren yeni bir canlıya, kuzuya alışmış olmalıydılar. Çobanın gözleri hala mezarlıkta değil, otlakta otlayan sürüdeydi; kendini de hiç yoktan şanslı sayıyordu, bu kuzular, annelerinin memelerinden yeni kesildikleri için birbirlerine çok bağlıydılar, tam da bu yüzden birbirlerinin ardına kolayca takılırlar, biri nereye giderse diğerleri de oraya giderdi; ama çobanın şansına, sürü, mezarlığa atlayan kuzuyu görmemişti.

Cinler, periler, ruhlar, hayaletler, gulyabaniler, çobanın kısacık hayatında dinlediği onlarca korku öyküsünden arda kalan tüm figürler, çobanın zihninde şimşek gibi çakıyordu şimdi. Düşündü çoban, tüm bu yaratıkların ortak özelliği neydi? Hepsi normal zamanda insan gözüne görünmeyen, ancak an geldiğinde, insanın gözündeki öte diyarları görmesini engelleyen perde kalktığında görünen yaratıklardı bunlar.

O halde çoban bulmuştu yolu, eğer gözlerini tamamen kapatıp mezarlığa dalarsa hiçbir şey göremeyeceği gibi bu yaratıkları da göremezdi.

Elindeki zeytin sopasını duvarın dibine bıraktı ve bir hışımla zıpladı Çoban, yüzünü hala mezarlıktan tarafa döndürmeden mezarlığın duvarının üstüne oturdu. Önüne bakıyordu, sürü sakindi; usul usul otluyordu hayvanlar. Mezarlığa dalan bu başıbozuk kuzu ise çoktan mezarlığın derinliklerine ulaşmış olmalıydı. Gözlerini kapattı çoban, göz kapaklarını sımsıkı sıktı. Kıyamet kopsa açmayacaktı. Mezarlığın dışına doğru sarkan ayaklarını yavaş yavaş yukarı çekti, vücudunu da yavaş yavaş mezarlığa döndürdü. Gözleri tamamen kapalı, attı kendini mezarlığın içine.

Ne olacaktı şimdi? Korkunç şeyler görmesin diye kapalı tuttuğu gözleri, kurtarması gereken kuzuyu nasıl seçecekti? Aklı almıyordu, zaten almazdı; çünkü korku, tıpkı aşk gibi, aklı öldürür, yerine duyguları koyardı. Ve yine korku, tıpkı aşk gibi, duygu yoğunluğuna teslim olunan bir tür saçmalama haliydi. Her şeye rağmen korku, her şeye rağmen tıpkı aşk gibi, insanın insan olduğunu en somut haliyle deneyimlediği andı.

Bir duygu yoğunluğu içerisinde, aklın tamamen devreden çıktığı bir denklemde, bir tür saçmalama haliyle ama muhakkak insan olduğunun ayırdına vararak mezarlığın içerisinde gözlerini kapatmış yürüyordu çoban. Ve fakat, elbette akılsızlığının bedelini ödeyecekti. Mezarlığın içerisinde yirmi adım ya yürüdü ya yürümedi, henüz para denkleşmediği için mermerden bir kabri olmayan yeni ölmüş bir yoksulun yattığı yeri belli etsin diye gömüldüğü yerin etrafına dizilmiş irice taş parçalarından birine takılıp yüzüstü yere düştü. Yere düşer düşmez acıyla gözlerini açtı, acı aklını yerine getirmişti, acı korkuya galip gelmişti. Ancak korku inatçıydı, gözlerini açan çoban aynı hızla geri kapatmıştı.

Gözleri kapalı ayağa kalktı, üstünü başını silkti. Şimdi, deminkine kıyasla daha temkinli ve daha yavaş yürüyecekti. Attığı her adımda, yere düştüğü anda gözlerini açınca gördüklerini düşünüyordu. Avuçlarının vurduğu yer, topraktı, toprağın üstünde kurumuş kozalaklar, kurumuş selvi yaprakları, taşlar vardı. Başını göğe kaldırdığında, dolunayın maviye çalan ışığının altında kaplara gökyüzüne uzanan sivri selvi ağacı dallarını görmüştü. Kısacık bir andı gözlerini açtığı an, ama hiçbir hayalet, hiçbir cin ya da peri görmemişti. Belki, diye düşündü, belki de gözünü birazcık da olsa açmaktan bir zarar çıkmazdı.

Gözlerini hafif hafif açtı, sanki elli yılını görmeden geçirmiş bir amanın tekrar görmeye başlaması gibi, kısık kısık bakıyordu etrafa. Etrafta, içinde boylu boyuna uzanmış ölülerin olduğu peşi sıra mezarlar dışında hiçbir şey, hiç kimsecikler yoktu. Bu vaziyette yürüdü bir müddet, artık mezarlığın derinliklerindeydi, duvardan atlayıp kaçma ihtimali yoktu. Ancak kısık kısık da olsa görmek ve korktuğu şeyleri görmemek ona cesaret vermişti. Artık attığı her adımda, kısık bakışlarının feri biraz daha azalıyordu ve en sonunda gözleri tamamen açıldı. Dolunay ışığının altındaki mezarlıkta her şey, tüm detaylarıyla tıpkı bir mezarlığın olması gerektiği gibi sakin ve olağandı.

Mezarların arasından çıkıp, mezarlığın beton yoluna geldiğinde, başıbozuk piret kuzuyu gördü. Kuzu, çobanın ruhunda kopan fırtınalardan habersiz, mezarlığın orta yerindeki çeşmenin yanındaki su birikintisinden su içiyordu. Çoban, kuzuyu ürkütmemek için adımlarını iyice temkinli atmaya başladı. Sinsi sinsi, avına yaklaşan bir yılan gibi sokuldu kuzunun yanına. Kuzu hiç oralı olmuyordu ve çoban, ani bir hareketle su içen kuzuyu arka bacağından yakaladı, kuzu kaçmaya çalışsa da nafileydi, artık çobanın kollarındaydı.

Çoban kucağında kuzu, mezarlığın beton yolunda yürüdü. Mezarlara, selvi ağaçlarına, kukumav kuşlarına baktı. Olağandışı hiçbir şeyin olmadığını gördükçe rahatlıyordu. Kuzu güvendeydi, babası ona kızmayacaktı, kuzuyu köpekler parçalamayacak, hırsızlar araklamayacaktı. Kuzu da çobana teslim olduktan sonra rahatlamış gibiydi. Çoban, kuzunun kocaman kara gözlerine bakıyor, hayvanın içine cin min kaçmadığına emin oldukça hayvanın kıvırcık tüylerini sevgiyle okşuyordu.

Yürüye yürüye beton yolu bitirdi, mezarlığın ana kapısına geldi, demir kapıyı açtı ve mezarlıktan çıktı. Toprak yoldan karşıya geçip otlağa geldi, sürü tıpkı bıraktığı gibi hala huzurla otluyordu. Çoban, otlağın başında kucağındaki kuzuyu yere bıraktı, başıbozuk kuzu tekrar sürüye karıştı ve arkadaşları uzun meelemelerle selamladılar onu.

Çoban mezarlık duvarının dibine bıraktığı zeytin sopasını almaya gitti. Sopayı aldı, mezarlık duvarının üstüne çıktı. Duvarın üstünde, ayakları üzerinde dikilerek köy evlerinin tek tük yanan ışıklarına doğru baktı. Derken otlağın tepesinde bir karaltı gördü, irice bir adamın dolunay ışığı altındaki gölgesiydi bu.  Eğer gelen bu adam, babası kılığına girmiş bir cin ya da onu kandırmaya çalışacak bir hırsız değilse, bu gecelik kabus sona ermişti.

SON

 

                                                       Muhammet AKGÖL

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir