Melisa Şahin – Kurşun Kalem

Tablo: Su Xinping – Arzunun Denizi

 

Kurşun Kalem

Kalemimin, ah benim güzel mi güzel kalemimin yere düşüş sesiyle bir anda yataktan kalktım. Normal bir günde yani herkesin uyandığı, bir süre yataktan kalkamasa da elbet bir noktada kalktığı ve tahmin ediyorum ki tuvaletini olabilecek en hızlı şekilde yaptıktan sonra aynı hızla ağzına bir şeyler tıkıştırıp, vaktini satıp üzerine bir de para almak üzere o kıymetli işlerine gittiği, ki bu durumu ben her ne kadar onaylamasam da baskıcı rejim altında- eşim Aytül ve beşikteki kızımızın altında geçirdiğim rejimi kastediyorum- zorla gönderiliyordum. Savaşmak istemediği halde Sovyet askerlerinin savaş meydanına zorla götürdüğü genç delikanlılar gibi geçmişte bir yerlerde Sovyet askeri olduğuna, olmasa bile olmak istediğine emin olduğum eşim Aytül’ ün zorlamalarıyla ben de işe gönderiliyordum. Mesela bir gün sabah beni uyandırmak için yaz kış fark etmeksizin ayaklarım üşüdüğünden dolayı giydiğim çoraplarımı ayaklarımdan çıkartıverdi. Gerisini tahmin edersiniz. Hır gür bağırış ve ardından uyanış. Amacına ulaşmıştı fakat bunu yapabileceği en alçakça yoldan yapmayı tercih etmişti. Bu olaydan sonra Aytül’ le tam 13 saat konuşmadım. Sonra konuşmam gerekti çünkü karnım acıkmıştı ve yemek yapma konusunda iyi olduğum söylenemezdi. İş dedikleri, çöp torbasına girip saatlerini orada harcadıktan sonra torbalarından çıkıp çöpten taze çıkmış insan kokularıyla evlerine dönmeleri ve yatağa girip birkaç saatlik ölüme yatmalarının bir olduğu, uzun lafın kısası işe gidip geldikleri normal sayılabilecek günlerde, Azrail gelip bugün yataktan çıkmayacaksın ama ömrünün 2 senesini alacağım dese düşünmeden kabul edecek olmamın aksine benim kalemimin, ah benim güzeller güzeli kalemimin narin ahşap gövdesinin yere düştüğünde çıkarttığı eşsiz sesle gözümü açıp saniyeler içinde yataktan çıkıyorum. Eşim Aytül buna sitemle karışık bir şaşkınlık besliyor ve bazı bazı şöyle diyor ‘Biz bu evliliği üç kişi yaşıyoruz. Ben, sen ve senin o uyduruktan kalemin. Hayır ne buluyorsun bu kalemde anlamıyorum da. Yolda görsem dönüp bakmam bile! Bıktım artık, bıktım.’ Ben de şöyle diyorum ‘Abartıyorsun Aytül altı üstü bir kalem bu, büyütülecek bir şey değil.’ ve hemen ardından kalemime onun sadece altı üstü bir kalem olmadığını lezzetli bir sütlü kahvenin köpüğü renginden ahşap gövdesi, geçtiği her yere bıraktığı yer yer keskin yer yer belli belirsiz iziyle yer çekimsiz ortamda dahi yazmaya devam edebilecek kadar güçlü bir o kadar da yanlış birtakım şeyler yazdıktan sonra onları kolayca silebilme olanağı sağlayacak ufak silgisine de sahip olduğunu söylüyordum.

Kutsal hafta sonu sonunda gelmişti, bugün çöp torbama girmeyecektim. Günümü güzeller güzeli kalemimle bir yürüyüşe çıkarak değerlendirecektim. Ne zamandır baş başa vakit geçiremiyorduk. Allah bilir ya beşikteki melek yüzlü şeytan ve kalem düşmanı eşim Aytül yüzünden muhakkak başıma bir işler açılıyordu. Bir keresinde Aytül, benim narin güzel kalemimi saklama eylemine girişmiş, ben uyurken yanımdan alıvermişti.

Sabah uyandığımda kalemimi bulamayınca öfkeyle kalmış ve bütün evi alt üst etmiş fakat kalemimi bulamamıştım. İşin garip yanı Aytül’ün en savunmasız olduğum anda bana bu kadarını yapacağı aklımın ucundan geçmezdi. İnsan bunu düşmanına bile yapmazken karımın bana bunu yapabilme ihtimali, henüz yürüyemeyen beşikteki bebeğimizin kalkıp kalemimi alması ihtimalinden daha düşük gelmişti ancak yanılmışım. Aytül bütün evi alt üst etmeme dayanamamış ve kalemimi sakladığını itiraf edip çok geçmeden bana geri vermişti. Bu yaptığından ötürü de Aytül’le tam 58 saat tek kelime konuşmadım.

Özenle hazırlanıp kalemimi de ipekten beziyle temizledikten sonra dışarı çıktık. Temiz hava eşliğinde birlikte yürümeye başladık. Yanımızdan geçen insanlar üzerine de laflaşıyorduk. Bak bak yine geliyor biri saat 9 yönünde. Kırmızı tüylü şapkasıyla yürüyen bir kadın. Boynunda tilki kürkünden bir atkı. Ve çantasında köpek. Çantasında köpek. Çantasında! İnsanlar sevgi üzerine pek kafa yormaz oldu sanıyorum. Ben kalemimi cebimde bunalmasın diye elimde taşıyordum. İşaret ve orta parmağım arasına yerleştirip ne çok sıkı ne de çok gevşek olmadan sadece düşmemesini sağlayacak bir güçle tutuyordum onu. Ona her dokunmamda heyecanlanıyor ve yüzümde engel olmadığım bir tebessüm yer ediniyordu. Yürüyüşümüze devam ediyorduk, hava gittikçe güzelleşiyor ve içimi kaplayan huzurla mest oluyordum. Belki birlikte filme bile giderdik bugün. Hatta, evet evet mutlaka gitmeliydik. Ani bir kararla sinemaya doğru yürümeye başladık. Sokağın başından birtakım bağırış sesleri yükseliyordu. Tam anlayamıyordum ama sanırım yakalayın onu diye bağırıyordu bir kadın ve tekinsiz tipte bir adamın koşarak bize doğru yaklaştığını fark ettim. Sanırım yakalanması gereken kişi oydu. Evet ta kendisi. Yaklaştıkça elinde kadın çantası olduğundan da emin oldum. Tam yanımdan geçerken adamın kolunu tuttum. O ise diğer elimde kalemimi tuttuğum için tutmadığım diğer koluyla suratıma sert bir yumruk indiriverdi. Bu sert darbeyle yere yığıldım ve işte başıma gelebilecek en kötü şey yaşandı. Benim güzeller güzeli kalemim bu darbeye dayanamayıp elimden fırlayıvermişti. Ayağa kalkacak gücü bulamasam da sürünerek onu yakalamaya çalıştım. Darbenin hızıyla yuvarlanıyordu. Canı ne kadar acımıştı kim bilir. Vücudumda kalan son enerjiyle onu yakalamak üzere dizlerim üstünde ona doğru uzanacaktım ki bir çift botun kalemime çarpmasıyla kalemim kanalizasyon ızgarasından içeri düşüverdi. Izgaraya süründüm ve onu çekip açmaya çalışsam da vücudum buna izin vermedi, suratımdaki acının etkisini arttırmasıyla bayılıp kalmam bir olmuştu.

Gözümü açtığımda bir hastane odasındaydım. Kolumda serum, yanı başımda da  Aytül vardı. İyi olup olmadığımı soruyordu. Durumu algılayabildikten sonra kolumdaki serumu söktüm ve yataktan kalktım, Aytül hemen beni tutmaya çalıştı fakat engel olamadı. Ayağa kalkmamla başım iyice dönmeye başladı ve sağ gözümün tam göremediğini fark ettim. Hemen yanımdaki aynaya baktım ve gözümün şiş bir morluk yüzünden kapandığını gördüm. Fakat bundan daha mühim bir sorunum vardı. Benim o güzel kalemim şimdi nerede, ne yapıyordu?

Gözümün önüne lağım suyunun içinde süzülen kalemim geliyordu ve kalbim bunu kaldırmıyordu. Hastane önlüğü ve terlikleriyle koşarak daha doğrusu koşmaya çalışarak hastaneden çıkıp taksiye bindim. Aytül arkamdan bağırıyordu ama onu hiç umursamadan yoluma devam ediyordum. Bu felaketin yaşandığı yere döndüm. İnsanların garip bakışlarını önemsemeyerek rögar kapağının yanına çöktüm. Kalemime seslendim fakat beni duyamayacak kadar uzaklaşmış olmalıydı. Bir şey yapmalıydım onu bu halde bırakamazdım. Çabuk düşünüp bir karar vermeliydim. Kaybettiğim her an benim güzeller güzeli kalemim benden uzaklaşıyordu. Bu acıya dayanamıyordum. Üzerime adeta bir fil oturmuştu. Kanalizasyon ızgarasının biraz ilerisinde bir rögar kapağı vardı. Aynı yere bağlı olduğunu tahmin ediyordum. Hızlıca kalkıp başımın dönmesi ve gözümün görmemesinin aksine rögar kapağına koştum. İnsanlar söyleniyor ve ne yaptığımı anlayamıyordu. Bu insanlar sevginin ne demek olduğunu ve insana neler yaptırabileceğini gerçekten zerre bilmiyorlardı. Yazık çok yazık. Yapılacak tek bir şey kalmıştı, rögar kapağını kaldırıp içeri girmeliydim ve benim güzel kalemimi bulup onu kurtarmalıydım, bütün gücümü topladım ve kapağı açıp içeri atladım. Birilerinin bağırışlarını duyuyordum ama artık beni bu yoldan kimse çeviremezdi. Çöp torbasından taze çıkmış insan kokusundan bin beter olan bu delikte kalemimi arıyordum. Bulamayacak olsam bile bundan sonraki ömrümü onu bulmaya adamaya hazırdım. İnsanlar sevmek ne demek bilmiyor olabilir ama ben biliyordum, belki bildiğim tek şey buydu ama biliyordum işte. Birini ya da bir şeyi severse, öyle laftan değil gerçekten severse onun uğruna her şeyi göze alabilmelidir insan. Ömrünün geri kalanını bir kanalizasyon tünelinde geçirmesi gerekse bile bunu bir an olsun düşünmeden yapabilmedir. En azından ben öyle yapacaktım.

SON

 

Melisa Şahin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir